Sayfalar

29 Aralık 2009 Salı

Peaceful Warrior



"Ilımlılık, sıradanlık, korku ve karışıklık içinde saklanmak, kılık değiştirmektir. Şeytanın makul olduğuna kendini inandırmaktır. Hiç kimseyi mutlu etmeyen istikrarsız bir uzlaşmadır. Ilımlılık yumuşak yüzlüler, özür dileyenler ve dünya sahnesinde yer almaktan korktuğu için kenarda kalanlar içindir. Ağlamak ya da gülmekten, yaşamak ya da ölmekten korkanlar içindir. Ilımlılık, son yargısına varmadan önce şeytanın demlediği ılık bir çaydır."

"Varlığının bütün gücüyle hata yapmak, titreyen bir ruh hali içinde hata yapmaktan kaçınmaktan iyidir. Sorumluluk, eyleminin karşılığında alacağın hazın ve ödeyeceğin bedelin fakında olmak ve farkındalığın temel alındığı bir seçim demektir. Ve sonra da bu seçimle barışık yaşamaktır."


Dan Millman-Dingin Savaşçı

Bazen

Bazen insana yağmur ıslanmayı özletir.
Bazen insana ateş yanmayı istetir.
Bazen insana koşmak yorulmayı özletir.
Bazen insana düşmek doğrulmayı istetir.
Bazen insana hayat "bu kez anladım" dedirtir.

Şiir: Tufan ATEŞ

28 Aralık 2009 Pazartesi

Farklı bir tanıtım örneği

Halen daha posta kutunuzda ya da kapınızın önünde urfalı lahmacun, bilmemne pizzanın tanıtımlarını buluyor musunuz? Üstelik onları dağıtan çırak çabuk bitsin diye posta kutunuza bir tomar hiçbir işe yaramayan broşür bırakır. Aşağıdaki farklı, akılda kalıcı, hayret uyandırıcı, biraz da eğlenceli bir örnek. Bir reklamda olması gereken bütün öğeler mevcut.

Toner Friendly Sunumlar

Biraz önce nette dolaşırken ilginç bir yenilikle karşılaştım. Bir konu hakkında ppt sunumu izlerken sunumun bir kenarında "bu sunum toner dostu bir sunumdur, çıktısını aldığınızda arka planı renksiz alabilirsiniz" yazıyor. Belki küçük ama bir yenilik fakat bence etkisi büyük. Bu tarz yeniliklere dönüm noktası yenilikleri diyorum. Toner dostu yenilik...

24 Aralık 2009 Perşembe

İstanbul toplantısının en güzel yanı


Günün iyi bir yanını bulabilir miyim diye sorduğumda kendime 1-0 maça başlamanın keyifli yanı geliyor aklıma. En kötüden en iyiye geçmek. Kat edilmesi gereken mesafe fazla, yandaşlar az ve riskli bir durum bu. Umarım bu süreç istediğim gibi olur ve ilerdeki o toplantıdan sonra boğazın keyfi daha güzel çıkar.

13 Aralık 2009 Pazar

Çocuk olamayan bu yazıyı okumasın...


Ortaokul yıllarımdan kalma, biraz endişe veren biraz da meraklandıran bir anısı vardır bende veliler toplantısının. Dedikodu iyi bişey değildir ama buna veliler toplantısı dahil değildir sanırım.

Bu gün ilk defa kendi çocuğumun toplantısına katıldım. O henüz 3,5 yaşında. Gittiği de okul değil kreş aslında. Ama şimdiden biz veliler heyecan yapımışa benziyoruz. 2-3 yaşındaki çocukların öğretmenleri ve bakıcılarından birtakım tavsiyeler ve nasihatler aldık. Toplantısına katılmakla da teyyid ettiğim veli olma durumunun şaşkınlığının dışında birkaç güzel düşünce kalmış aklımda.

Birincisi biz babalar çocuklarımızla daha çok vakit geçirmemiz gerekiyor çünkü annelerin veremiyeceği birçok davranış şeklini babalar verebiliyor çocuklara. Üstelik bunun farkında olduğumuzu da zannetmiyorum. Bizim farketmeden verdiğimiz çocuklarımızın farketmeden aldığı bu davranış ve tutumları verebilmemizin tek yolu onlarla daha çok ve etkili vakit geçirmek.

Kreş sahibesinin değindiği bir diğer konu "çocularınıza fazla oyuncak almayın" tavsiyesi. Bir ara bir espri vardı hatırlarmısınız. Origami gösteren bir programda bir süre kağıtlarla uğraştıktan sonra usta şurda yapılmışı var deyip hazır origami örneğini çıkarırdı. Sonra bu esprilere konu olmuştu "yapılmışı var". Şimdi çocukların hayal gücünü geliştireceği düşüncesiyle aldığımız birçok oyuncak aslında birer "yapılmış". Çocuk ancak o oyuncağı çözmeye kafa yorabilir ve o oyuncağın gösterdiği hayali anlayabilir. Hayal kurarak üretmekle ilgili hiçbir zihinsel faaliyette bulunmasına gerek yok. Oysa benim çocukluğumda ve tabiki benimle yaşıt birçok kişinin çocukluğunda hiç bu kadar oyuncak yoktu. Ben oyuncaklarımı kendim yapmak zorundaydım. ve hatırlıyorum bu hiçte zor değildi hatta gayet keyifliydi. Şimdi anlıyorum ki o yaptıklarım birer inovasyon. Yani iki yada daha fazla farklı nesneden anlamlı ve daha farklı bir nesne üretmek. Piller ve cetvelle yapılan uçaklar, tükenmez kalemden yapılma füzeler, kartonlardan oluşturulmuş evler, arabalar, gemiler, hele hele küçük motorların ve lambaların hayatıma girmesiyle geliştirdiğim (kendimce icat ettiğim) bir dolu oyuncak. Hepsi birer oyundu. Şimdi anlıyorum o oyunların değerini. Ve bu nasihati de kabul ediyor ve ekliyorum: çocuklarımıza fazla oyuncak almıyalım onlarla birlikte oyuncak yapalım.

Üçüncü nasihat söz alan bir velidendi. Orta yaşlardaki bayan üniversiteye hazırlık dersanelerinin birinde öğretmen. Ve şunu söylüyor. "Çocuklarımız üniversiteye hazırlıkta çok yoğun bir ders çalışma sürecine giriyorlar. Bu süreçte velilerin temel yakındıkları şey televizyon izleme demelerine rağmen öğrencilerin televizyondan başlarını alamamaları. Bunu şu şekilde açıklıyor. Çocuğunuz dünyaya geldiğinden beri evinizde televizyon sürekli açıksa, siz ev içinde akşamları ağırlıklı olarak televizyon izleyerek, dizi takip ederek vakit geçiriyorsanız artık o televizyonun sesi "iç ses"-"aile içi ses" haline geliyor. Bu alışkanlığı siz kazandırıyorsunuz ve üniversite hazırlık safhasında birden bu alışkanlığı bırakmalarını bekliyoruz." Bu cümleler bir arkadaşımın söylediği "dann" diye kafama inen balyozlar misali etkiledi beni. Ebeveyn olmak zor iş. Bunun zorluğu işte bu noktaları anlamak ve doğruyu yapabilmekten geçiyor. Düşünsenize çocuğunuz sizden çok artık başkalarıyla konuşuyor, onları dinliyor. Siz de evde onlarla konuşmazsanız sizin sesiniz artık bir "dış ses". Bir ailede iç ses anne babayla olan diyaloglar olabilir ya da oyun oynarken kırılan vazolardan, düşen tablolardan, devrilen saksılardan çıkan sesler olabilir-olmalıdır. Şüphesiz bunların her birinin bir değeri var ve yerine koyulabilir ama onları yaparken geçirilen zamana paha biçilemez ve yerine koyulamaz sanırım.

Sonuç olarka:

Hem çocuklarımızı büyütmeli hem de kendimiz büyümeliyiz.

Çünkü halen daha birer kocman çocuğuz...

12 Aralık 2009 Cumartesi

Yokluğuyla anlamlı olan şey bir paradokstur

Her şeyin tersiyle anlam kazanması ne tuhaf.
Varlığın yokluğunla alamlı.
Para parasızlıkla anlamlı.
Aydınlık karanlıkla,
Soğuk sıcakla,
İyi kötüyle,
Hayat ölümle...

Yani sevdiğimiz şeyleri tanımlamak için onların zıtlarına ihtiyaç duyuyoruz.
Diğer bir deyişle sevdiğimiz şeyleri sevmemizi sevmediklerimize borçluyuz.
O halde sevmediklerimizi de sevmemiz gerekiyor ki sevdiklerimiz anlamlı olabilsin.

Önermem şu:
Hayat bir paradokstur.
Hem de kaotik bir paradoks.