Sayfalar

29 Nisan 2009 Çarşamba

Giyim sponsoru bulabilir miyim acaba?


Bir ressam yetişiyor


30 yıl sonra dünyaca ünlü ressam Furkan SANCAR'ın ilk resimlerini görme ayrıcalığına kavuşmuş durumsadısınız. Soyut ağırlıklı çalışmalarında sayın SANCAR renk uyumu ve betimleme teknikleri açısından yeni bir akımın habercisi olduğunu açıkça göstermektedir. Evimizin muhtelif duvarlarını tuval olarak kullanmayı en etkin ifade yeri olarak belirleyen Furkan bey bu çalışmaları gizli gizli devam ettireceğinin de işaretini veriyor. Ailesi açısından bir sakınca teşkil etmemekle birlikte ev sahibinin aynı şeyleri düşünmediğini tahmin ediyoruz ve bu yazıyı okumamamasını umut ediyoruz.








27 Nisan 2009 Pazartesi

Amat...


-Ağam! en iyi sen bilirsin. Ben bu güne kadar alt tarafı bir can aldım. Yüzlerce kişiyi öldürmek nasıl bir şey?


-ilk kez öldürdüğünde bir değil, sanki bin kişiyi öldürmüş olursun. Yeni doğmuş ve annesi tarafından emzirilen o bebeği öldürmüşsündür. Babasının başını okşadığı o çocuğu da, bir genç kıza aşkını ilan eden o delikanlıyı da, zavallı bir kadının kocasını da, savaşa giderken ailesi tarafından uğurlanan o masumu da... bütün bu kişileri öldürmüş olursun. ikinci kez birini öldürdüğünde alt tarafı bir kişiyi öldürmüşsündür. Üçüncü kez ise kimseyi öldürmüş sayılmazsın...

26 Nisan 2009 Pazar

Finlandiya dan son kareler...

Voleybol, basketbol ve Jimnastik müsabakalarının yapılacağı tesise gittik. Araba fuarına denk geldiğimiz için tesisi bi güzel gezdik. :)




Eliisaa hanım, gönüllülerden sorumlu,












24 Nisan 2009 Cuma

Beyaz zambakları bulduğum an ve diğerleri

Belediyebaşkanı bizim için bir resepsiyon verdi.
Büyük belediye binasında bulunan tabloları dikkatle inceliyorum...









hımmmm......... ilginç bir resim........


:) ......


ve belediyeyi ziyaret edenler için konmuş olan deftere o önemli cümleyi yazıyorum.Gündüzleyin 1800 lü yıllarda yapılmış bir kiliseyi ziyaret ettik.

Kilise yakınlarındaki bir mezar taşı: Bu kişi 22-2-1820 ile 2-11-1880 yılları arasında yaşamış. Tarihlerin yazılış şeklli çok ilginç.





Önünde resim çektireceğim bir kapı yine buldum. Ama Çinlilerin kapıları daha güzeldi.

EYOF Finlandiya Maskotu



Tanıştırayım Finlandiya 2009 EYOF'un maskotu "Dağ Kedisi". Gariplik şurda: Finlandiya da toplam 2 dağ var. Bunlarada aslında dağ demek doğru değil. Tepenin hallicesi. Bu da dağ kedisi. :)
Ama her taraf göl. Sadece Tampera'da 200 ün üzerinde göl var. Bu durumda maskotlarını göl kurbağası olarak belirleselermiş daha isabetli bir iş yaparlarmış.
Olsun bu da ilginç bir mahlukat.

Bu foto çekildikten sonra arkadaki bayanla tanıştık. Bizim ateşe miz miş. Çok iyi Türkçe biliyor. Elektronik mühendisliğinde okuyormuş, son sınıfta ve aynı zamanda çalışıyormuş.

Beyaz zambaklar ülkesinden...

"Bu gün 23 Nisan,
neşe doluyor insan" demiyeli yıllar yıllar olmuş. Zaman su gibi akıııp gitmiş. Hayata dair elde ettiklerin iyi de olsa kötü de olsa herkesin ödediği bedel aynı; "zaman" . Ben de bu bedel karşılığında aldıklarımla bakıyorum hayata.

Herneyse, bu günün tarihini veriyim dedim geçmişe gittim bir an. Bu gün Finlandiya ya geldim. Namı diğer; beyaz zambaklar ülkesine. Orhan beyle yine aynı odayı paylaşıyoruz. Orhan beyin namı almış yürümüş, Finlandiyaya kadar uzanmış Otel odasına gelir gelmez ismini televizyonda gördük, hayret ettik.

Kişisel pazarlama böyle birşey. İnsana kendini özel hissettiriyor. Otel kaydını Orhan bey yaptığı için televizyonda otel tanıtımı bölümünde "Hoşgeldiniz Orhan Atasoy" yazıyor. Basit ama etkili bir yöntem.

Gece birşeyler atıştırmak için şöyle bir Tampera sokaklarını turladık. Herzamanki gibi McDonalts en uygun yerdi bizim için. Güzel bir kahve içtim ama kahve bardağının tasarımı daha güzeldi.




Ne var bunda demeyin. Kağıt bardakta kahvenin en büyük sorunudur el yakması. İki kat bir kahve bardağı bu el yakma sorununu çözmüşe benziyor.

15 Nisan 2009 Çarşamba

Yağmur


Yer ile yeksan, ıslak saçlı, kem gözlü
Kavim göçlerinden bu yana ağlayan
Ve durmadan cep kanyağı yakıcılığında
Ezgiler çalan, çaldırtan, yakalatan
Adı bende gizli bir kadındı İstanbul.

Şehre bir yağmur yağdı ben ağladım.
...
Yılmaz Erdoğan'dan

14 Nisan 2009 Salı

Çocukluğumu hatırladım...

Tam olarak hatırlamıyorum ama çok küçükken bir tanıdığımzın evinde görmüştüm bu oyuncağın benzerini. O zamanlar geldi gözümün önüne.

1 Nisan 2009 Çarşamba

95 yılın ardından...

Yıl 2073
95 yaşında bir ihtiyarım.
Dünyada neler olmuş bilmiyorum, her nasılsa dünya savaşlarından kurtulmuşum, dünya nüfusunu bir anda yarıya indiren salgın hastalıklardan, mahvettiğimiz doğanın alacağı intikamlardan da bir şekilde sıyrılmış hayatta kalmışım işte.
Kaderimde varsa o kadar yaşamak ve ben de bu kaderi yaşamaya istekliysem bir kitap kaleme almak isterdiğimin hayalini kurdum bir an.
Nasıl bir kitap olurdu bu diye düşündüm sonra.
Hayat hikayesi yazmak gerçek yaşanmışlığın kötü bir kopyasıdır çoğu zaman yazana göre. Okuytana göre hiçbirşey de olabilir.
Ben en azından "bir"şey olmasını umud ederek başlıyıcam kitabı yazmaya.
Hayat bir hikayedir zaten. Hikayenin hikayesini yazmaksa tam bir hikayeseverin işi.
Nelerden bahsedeyim?
95 yaşına gelmiş bir ihtiyarın anlatacağı çok şey olmalı.
İlk önce Gençlik Spor maceramdan başlarım herhalde. Fakat bi de GSGM nin ne olduğunu anlatmam lazım okuyucuya, işin o kısmı zor işte.
Sonraki maceralarımdan, yaşadığım ilginç olaylardan da bahsedebilirim.
Dünyanın bütün zevklerini tatmış, gezilmesi gereken her yeri gezmiş, yenilmesi gereken her güzel yemeği yemiş de olabilirim. Bunları biraz kelime olyunları biraz da iyi bir dille yazmış olsam kimin umurunda olurdu acaba. Ben bile umursamazdım herhalde.
O halde benden sonrakilere ilham verecek birşeylerden bahsetmeliyim.
Değiştirdiğim şeylerden mesela.
Neyi değiştirmiş, neyi daha iyi yapmış, neyi yaşanabilir hale getirmişim ben?...
Değitirebilmiş miyim?
Neyi?
Ben...