Sayfalar

12 Aralık 2010 Pazar

Erzurum'un kasvetli gunleri

Sabahin erken saatleri, hava kapali ve soguk. Huzunleniyor ve multu oluyorum. Bu durumda tchaikovsky'nin payida var tabi. Erkenden uyanmak ve gune umutla baslamak yinede cook guzel. Penceremden disari baktigimda gordugum kasvetli hava, bos bir Erzurum yaylasi. Daga bakmiyor benim pencerem. Bosluga bakiyor. Bu yuzden bu alanda kurulacak yuksel binalari goruyorum. Hos daga baksaydimda cook guzel tesisler gorurdum yakin gelecekte insa edilacek. Olurmu bilmem. Olacagini bilmek bu kasvetli pazar sabahi beni multu ediyor. O halde olacak.

18 Kasım 2010 Perşembe

32. Yaş günümün ardından...




Hayatın hızla ilerlemesi yeterince anlamsızmış gibi insan yeni girdiği her yaşa bir anlam yüklemeye çalışıyor. Bir yaş daha yaşlanmanın acısını farklı yorumluyor çoğu zaman ve aslında yanılıyor.

Bu gün bir yılını daha doldurdum kalan ömrümün. İnsan yeni bir yaşına girdiğinde tebrikler alır ama mutlu olmak zorunda değildir aslında. Koca bir yanılsamadır söylenenler. Bir yaş daha yaşlanmanın nesi güzeldir ki.
Güzel olan ne var diye düşündüğümde çok da boş kalmıyor aklım. Ben yeni bir yaşa girmeye ilerlemek olarak bakmışım hep. "Durma yoksa düşersin"cilerdenim. Durmadan ilerlemek. Bir önceki yaş günüme ait sağlam bir hatırlatma çakmışsam anılarımda, o hatırlatmadan şimdiye kadar olanları düşünüyorum bir bir. Neler yaşadığımı, neler gerçekleştirdiğimi, nelere üzüldüğümü ve sevindiğimi. Düşünüyorum teker teker. Sonra bir hastalık gibi ümitvar oluyorum gelecekten. Yine sağlam bir kazık çakıyorum bu ana ve planlamalarım başlıyor.

Bir önceki çapa "you can shine" teması üzerineydi. Dün gibi hatırlıyorum. Bir yıl önceyi. İstifa etmiştim ve kendime sözler vermiştim.
Murat hayatında her ne olursa olsun asla vazgeçmeyeceksin ideallerinden.
Sana hayatı zindan eden ızdırap çavuşları misali tipler olsada,
Bu tipler harika piyano çalmak gibi meziyetlere sahipsede,
Seni aşşağılıyormuş gibi görünselerde,
En çok değer verdiğin kemanını kırsalarda,
Asla vazgeçmeyeceksin mücadele etmekten.
Bilmedikleri hızla öğrenerek bildiğini okuyacksın hayatta.
Bilmekten daha çok yapabilmeye önem vereceksin.

İşte böyle bişelerdi benim bir yıl önce çaktığım çapa.

Bir yıl önceki çapa'ma konu olan reklam filmini farklı anladım bir yol sonra.
Aslında hayatını zindan eden, aşağılayan, kemanını kıran kişi var ya; o öteki-kendisinden olmayan-yabancı değil çoğu zaman "kendisi"

3 Ekim 2010 Pazar

Fazla anlam yüklemek sağlığa zararlı ruha faydalı bişeydir

Şu dünyaya karşınıza çıkan şeylere anlam yüklemek dünyaya gözlerini açar açmaz başlıyor.
Herkez anladığı gibi yaşıyor hayatı.
Bizler suya su derken Sezen başka birşey diyor mesela.
İnsanı hayatında bazı şeyler daha farklı anlamlara da gelebiliyor.
Çalışmak hayatımın en önemli zıplama taşıyken şu sıralar, başkası için idare edilmesi gereken bir iş olabiliyor.
Hatta burdada ne demek istediğim sizin bu yazıya nasıl baktığınıza bağı. Anlam yüklemelerle ilgili düşüncelerime anlam yüklemiyebilirsiniz mesela. Tuhaf değilmi.
Vaktiyle herkez "bu vatan" derken Vatandan M.Kemal ne anlamış, nasıl bir analam yüklemiş?
Vaktiyle İbn-i Hazm "Güvrcin Gerdanlığı" derken, Sezen neler düşünmüş acaba.
Düşünceler arasında binlerce yıl farkının olması önemsizleşiyor çoğu zaman.
O halde bizde hayatımızda karşılaştığımız herşeye anlamlar yüklüyor ve onları anlamlarıyla hayatımızda var ediyoruz, yada yok ediyoruz.


Hayatta güzel takıntılar da var, mesela Sezen gibi...


21 Eylül 2010 Salı

Canlarımı özledim

Masumiyetiniz ve asaletiniz bakşlarınızdan anlaşılıyor canlarım. 
Birbirinizi sevmeniz, kollamanız ve sarılmanız hep daim olur inşallah.
Size iyi bir gelecek vaadi için şimdilik dışardayım ve çok çalışıyorum. 
İyi bir baba olabilmenin, iyi bir gelecek bırakabilmenin ağır sorumluluğu var omuzlarımda
Sizleri çok ama çok seviyorum......
Yukarıda yazan yazıyı görememek ne kötü...

1 Eylül 2010 Çarşamba

Oğlumdan öğrendiğim bir hayat dersi daha...


Lifespan Development dedikleri bu olsa gerek, insanın hayatı boyunca sürekli öğrenme durumu. Birkaç gün önce oğlum bana çok önemli bir hayat dersi verdi. Tam da hayatta mutlu olmak, mutluluk, sahip olmak gibi terimler, tabirler ve bu tanımların hayatımdaki akisleri üzerinde düşünürken oldu bunlar. Dersin adı, "cam kenarı olsun" Tuhaf bir ders başlığı ama hayatımda birçok konuyu bu terimle açıkladığımda anlamlı oluyorlar.

Olay şöyle gerçekleşti: Ailecek bi yolculuğun dönüşünde havaalanında biletlerimizi almak üzere iken bir karışıklık çıktı ve bizi farklı koltuklara dağıttıklarını farkettik. Oğlum cam kenarına oturmayı çok istiyordu. Birden Bussiness bölümünde boşluk olduğunu gördük ve oraya yerleştik. çok mutluydu, tabiki ben de. Mutluluklarımızın sebebi farklıydı tabiki. Hostes bu böüme kesinlikle oturamayacağımızı söylemesi ile hayaller suya düştü ve ardında birkaç kişiden rica ile ekonomi sınıfında bir sıradaki koltukları boşaltmaları sağlandı. Oğlum yine mutluydu ve hatta camkenarı ile ilgili bir şarkı bile besteledi. Cam kenarı oldu cam kenarı... diye. Çok mutluydu. Hayat dersimi tam da burda aldım. "Bussiness değil cam kenarı" Hayatta küçük mutluluklar var. Bunların gerçekten birşeyleri elde etmeyle alakası yok. Hepsi birgün mutlaka oluyor fakan an durmuyor, sürekli akıyor, geçiyor, gidiyor. Bussiness'de olamayabilirim, olamayabiliriz ama mutlu olacak bir taraf vardır hayatımızın, cam kenarı olması gibi mesela.

25 Ağustos 2010 Çarşamba

Eskiden herşey kötüyken herşey daha iyiydi...

İnsanların yaşantısına seçenekler katmak onlara yardım etmek yerine bu seçeneklerin ne kadar iyi olacağına dair beklentilerini yükseltir.  Ve bunun yaratacağı sonuçlardan dolayı daha az tatmindir, bu sonuçlar daha iyi olsa dahi.

15 Ağustos 2010 Pazar

Öğrenmek ve insan olmak




“Daima en iyisini yaptığınızda, dönüşümün ustası olacaksınız. Uygulama, kişiyi ustalaştırır. En iyisini yaparak usta olursunuz.
Öğrendiğiniz herşeyi tekrar ederek öğrendiniz. Yazmayı, araba kullanmayı hatta yürümeyi tekrarlayarak öğrendiniz. Konuştuğunuz dili tekrar ederek  öğrendiniz. Aksiyon ve tekrar farkı yaratır.
Bireysel özgürlük arayışında, kendinizi sevme arayışında yapabildiğinizin en iyisini yaptığınızda aradığınız şeyi bulmak bir an meselesidir. Bu arayış, hayal kurmakla ya da saatlerce meditasyon yaparak, rüya görerek olmaz.

Ayağa kalkın ve insan olun. Kadın ya da erkek olmanın onurunu hissedin ve cinsiyetinize saygı duyun. Bedeninize saygı duyun, bedeninizden haz alın, bedeninizi sevin, besleyin, temizleyin ve iyileştirin. Egzersiz yapın ve bedeninizin kendisini iyi hissetmesini sağlayın. Bu, siz ve Tanrı arasında bir iletişimdir.
Don Miguel Ruiz

8 Haziran 2010 Salı

Film şöyle bitiyordu...

Unutmam gereken ve unutmamam gereken pek çok şey var. Peki nasıl halen daha öğrenmem gereken çok şey oluyor...

6 Haziran 2010 Pazar

Yatay ve Dikey

Hayat bizim onu gördüğümüz haliyle yani yatay değil, dikey aynı zamanda. Sırt üstü çimlere uzanıp ağaçlara baktığımda anladım.

27 Mayıs 2010 Perşembe

Hayat

İnsanoğlu
Bazen sorgular yaşamı
Dününü
Bugününü
Yarınını

Yüreği
Belki
Bir mutluluğa kavuşmanın peşindedir
Belki de
Bir acıdan kaçmanın yorgunluğunda

Telaşlıdır insanoğlu…
Yoğun olduğunda
Yetişememekten
Boş kaldığında
Yetinememekten yakınır

Huzurlu olabilmek için kaygılı
Dinlenebilmek için yorgundur
Çok için yeteni
Yarın için bugünü
Harcar durur

Daha iyi bir yaşam sürmek içindir kavgası
Daha iyisi nedir belki bilmez ama
Onun içindir
Yaşamdan
Gelişi…
Geçişi…


*******devamı********

Kötü olduğunda zalimliğinin
İyi olduğunda güzelliğinin
Yoktur bir benzeri

 
Bazen…
İnsanoğlu sorgulamalıdır yaşamını

 
Dün,
Vazgeçtikleri sabrettiklerinden
Tükettikleri ürettiklerinden
Bildikleri öğrendiklerinden
Konuştukları dinlediklerinden
Telaşı dinginliğinden
Yanlışı doğrusundan
Erteledikleri tamamladıklarından
Yaşı olgunluğundan
Fazla ise insanın

 
Bugün,
Aldığı nefesi anlamlı kılabilen
Kendi kadar başkasını da düşünebilen
Vazgeçmek yerine sabredebilen
Tüketmek yerine üretebilen
Bilmek yerine öğrenebilen
Konuşmak yerine dinleyebilen
Ertelemek yerine tamamlayabilen
Hatasızlığı aramak yerine ders alabilen
Yaşlanmak yerine olgunlaşabilen
İnsan olma zamanıdır.

 
Yarın mı?
İnsan var olduğu sürece vardır yarını
Biz yarın için bugün nasıl olacaksak
Yarın da bizler için öyle var olacaktır…




(kaynak: selin alemdar)

25 Nisan 2010 Pazar

Bakalım gelecek ne getirecek?

Şimdi (24 Nisan Cumartesi-24:00): Merak ediyorum geleceği. Öyle çok uzakları değil iki gün sonrasını. Geleceğe mektuplar yazmak, sağa sola mesajlar iliştirmek  adetimdir, severim böyle işleri. Sanki gelecekle bir derdim varmış gibi uğraşıyorum. Aslında değişen gelişen ve de uğraştığım gelecek değil aynadaki benim, ama bunu anlamak biraz zor sanırım.
Gelecek (26 Nisan Pazartesi-24:00): Papilon'un kaderi...

21 Nisan 2010 Çarşamba

Şeyler

Büyük büyük projeler üzerinde çalışırsın ya. Onlar küçük şeylerdir aslında.
Çocukça ve anlamsız gibi görünen işler vardır ya. Onlar büyük şeylerdir aslında.

Birini kazandığında, diğerini ise kaybettiğinde anlar insan.

M.S.

12 Nisan 2010 Pazartesi

Bu gün öğrendiklerim

Kendin ol...
              Kendini geliştir...
       İşini iyi bil...
                     İşini iyi yap...
  Analitik düşün...
           Çok çalış...
                   Daha çok çalış...
İyi hazırlan...
      Hatırla...
                   İletişime geç...
     Değer ver...
              Dayan...
 Heyecan ver...
                  Akıllı ol...
Çok konuşma...

         Git eğitimini al, öyle konuş...
                             Sahip ol...
   Bir tercih yap...
           Kendine dışarıdan bak...
İste...
Çok iste...

11 Nisan 2010 Pazar

Dünyanın en akıllı adamı

Diyojen’e sorarlar:
- üstad, bir adamın zekasını nasıl anlarsın?
  - konuşmasına bakarım.
- peki ya hiç konuşmassa?
  - henüz o kadar akıllısına hiç rastlamadım.

(kayak:dusunenadam.org)

Bir hikaye


Vaktiyle bir bilge hoca, yıllarca yanında yetiştirdiği öğrencisinin seviyesini öğrenmek ister.
Onun eline çok parlak ve gizemli görüntüye sahip iri bir nesne verip: “Oğlum” der,”Bunu al, önüne gelen esnafa göster,kaç para verdiklerini sor, en sonra da kuyumcuya göster. Hiç kimseye satmadan sadece fiyatlarını ve ne dediklerini öğren, gel bana bildir.
Öğrenci elindeki ile çevresindeki esnafı gezmeye başlar.
İlk önce bir bakkal dükkanına girer ve “Şunu kaça alırsınız?” diye sorar.
Bakkal parlak bir boncuğa benzettiği nesneyi eline alır; evirir çevirir; sonra: “Buna bir tek lira veririm.  Bizim çocuk oynasın” der.
İkinci olarak bir manifaturacıya gider. O da parlak bir taşa benzettiği  nesneye ancak bir beş lira vermeye razı olur.
Üçüncü defa bir semerciye gidir: Semerci nesneye şöyle bir bakar, “Bu der “benim semerlere iyi süs olur.Bundan “kaş dediğimiz süslerden yaparım. Buna bir on lira veririm.”
En son olarak bir kuyumcuya gider. Kuyumcu öğrencinin elindekini görünce yerinden fırlar. “Bu kadar değerli bir pırlantayı, mücevheri nereden  buldun?” diye hayretle bağırır ve hemen ilâve eder. “Buna kaç lira istiyorsun?” Öğrenci sorar: Siz ne veriyorsunuz?” “Ne istiyorsan veririm.”
Öğrenci, “Hayır veremem.” diye taşı almak için uzanınca kuyumcu yalvarmaya başlar: “Ne olur bunu bana satın. Dükkânımı, evimi, hatta arsalarımı vereyim.” Öğrenci emanet olduğunu, satmaya yetkili olmadığını, ancak fiyat öğrenmesini  istediklerini anlatıncaya kadar bir hayli dil döker.
Mücevheri alıp kuyumcudan çıkan öğrencinin kafası karma karışıktır. Böylesi karışık düşünceler içinde geriye dönmeye başlar. Bir tarafta elindeki nesneye yüzünü buruşturarak 1 lira verip onu oyuncak olarak görenler, diğer tarafta da mücevher diye isimlendirip buna sahip olmak için her şeyini vermeye hazır olan ve hatta yalvaran kişiler.
Bilge hocasının yanına dönen öğrenci, büyük bir şaşkınlık içinde başından geçen macerasını anlatır.

Bilge sorar:
“Bu karşılaştığın durumları izah edebilir misin?”

Öğrenci:
“Çok şaşkınım efendim, ne diyeceğimi bilemiyorum, kafam karmakarışık” diye cevap verir.

Bilge: “Bir şeyin kıymetini ancak onun değerini bileni anlar ve onun değeri bilenin yanında kıymetlidir.”

(kaynak:düsünenadam.org)

6 Nisan 2010 Salı

Zil sesi

Oyunun en güzel yerinde zilin çalması nasıl bir duygu. Uzun zaman oldu sanırım unutmuşum. Ama çok üzülmüşümdür eminim. Sanki dünyanın en önemli ve en keyifli işini yaparken zorla alıkoyulmak gibi bişeydir. Özlüyorum.

Davranışlar ve Tutumlar

İnsanların davranışlarını tutumları belirler.
Yani siz sigara içme davranışı gösteriyorsanız bu sizin aslında hayata bakış açınızla-yani tutumunuzla alakalıdır. O halde hayata bakış açınızı yani tutumunuzu değiştirirseniz sigarayı bırakırsınız.
Bu davranış değişikliğide insanın kendisi ve sevdikleri için yapabileceği nadir değişikliklerden birisidir, denemeye değer...

26 Mart 2010 Cuma

Tezatlık

Hayat nasıl bu kadar tezatlık üstüne kurulabiliyor?
Herşey tezatıyla müsemma ve tezatıyla hayatta.
Sanki siyah değilse beyaz olmak zorunda.
Beyaz değilse kesin siyahtır.
Siyah değilse bile bir süre sonra mecburen siyah oluverir işte.
Oysa ben maviye inanırım.

Afilli yanlızlık...

9 Mart 2010 Salı

Bussinesweek'den böyle bir kapak görseli

Dergi gibi süreli yayınlar o ayın-haftanın konusu olan ana mesajı biraz irite ederek ve dikkat çekerek belki abartarak verme eğilimindedirler. Bu konuda yabancı dergilerin kapak kullanımını daha çok beğenirim. Bizdeki dergiler ise biraz daha gazete manşeti yada haftasonu eki havasında verilir. Bussinesweek'in bu ayki sayısının kapağının çağrıştırdığı ilk şey taşın üstüne oturmuş yanık, kavruk, kendinden ve hayattan bezmiş bir Mısır'lı nın - ki burda Mısır'ı temsil ediyor- dünyanın dörtbiryanından yatırımcıları beklediğini gösteriyor. Ana başlığın altındada şöyle bir ifade var: "Mısır yeni pazarlar arayan Türk yatırımcılar için bir CAZİBE merkezi olabilir." Şimdi bu resimdeki kendinden bezmiş beklediği şey ne ise onu arkasındaki binlerce yıllık taşlar kadar beklemeye meyilli amcamızla Mısır'ın cazibe merkezi olmasının ihtimali nedir? Mısır böyle olmasa da oluşturulan algı tamamen bu yönde.

7 Mart 2010 Pazar

Güç

Bu resme baktığımda aklıma gelen ilk kelime buydu, "GÜÇ"
Sonra zıtlıklar geldi aklıma;
Güçlü olanla- zayıf olan. Bu resimde "zayıf" kelimesinin negatif bir anlamı yok. Zor olan bir hayat şartına karşı güçlü olanı besleyen güçlü olanın tersi bir durumu anlatıyor. Güçlüyü güçlü yapan buysa eğer zayıf gerçeten zayıf değil güçlüdür değil mi.

Sıcaklıkla-soğukluk; Sıcak olmanın soğuğa karşı direnci nasıl artırdığını görüyorum bir an. Huzuru sağlamanın bedeli donmaksa, bu sıcaklık dondurmaz insanı.

Kim kimden besleniyor? Tek olmak böyle bişey sanırım. Bir olmak. Tamamlamak. Katışmak...

19 Şubat 2010 Cuma

Anlam yükleme sanatı

Kesinlikle anlam yüklemek bir sanattır. Ve maddi olmayan fakat maddi olanı anlamlandıran bir sanattır. Bu sebeple dünyanın en değerlilerinden birisidir anlam yüklemek. Herkesin yemek yapabileceği gibi herkes anlam yükleyebilir herşeye. Neye anlam yüklediğinde çok önemlidir. Paraya, bir ayakkabıya, zamanı gözüne daha iyi sokmaya çalışan bir saate yada bir akşam yemeğine. Dünyanın en güzel yemeğini! dünyanın en güzel yerinde! yiyebilirsin fakat keyifle yaptığın yarı çiğ bir makarnadan daha anlamlı gelmeyebilir bu sana. Sonuçta hayat anlam yüklediğin herşeyle olan ilişkilerinle anlamlıdır. Ellerinden hemen uçacak, tutsan kırılacak zarar görecek bir kelebek gibidir kıymetlilerin. Çocukluğunda kim kelebek tutmadı ki, çocuk ellerimiz kelebek kanadındının renkleri hissetmiştir bi vakit. Sonra büyürsün ve ellerinde tıpkı o kelebek gibi kıymetlilerini taşırsın, anlamlar yüklersin anlamlar üstüne. Hoyratça davranmaya başladığın vakit anlamını yitirmeye başlar kıymetlilerin. Tüketmek insanın doğasında var, sıradan gelir sana tıpkı giymeye kıyamadığın bir ayakkabıyı bir süre sonra hoyratça kullanmaya başlaman gibidir. Hoyratlık kıymetlilerine zarar verir ve hayat kıymetlilerine yüklediğin anlamla daha değerlidir.

Genki...


Ganbere Genki
Yükleyen sinetif. - Filmler ve diziler Dailymotion'da

3 Şubat 2010 Çarşamba

Akıl ürünü

“Ey birader! Sen düşündüğünsün; gerisi kemik ile etten ibarettir” Mevlana

2 Şubat 2010 Salı

Beklemek ve hareket etmek üzerine...

Beklemek; hiçbirşey yapmadan durmak. Hareketsiz halde zaman öldürme sanatı. Eylemsizlik hali.
Fiziken bekleyen bir insan aklını da bekletebilir mi acaba?

Sabahı bekleriz, hastaysak uzar gider saatler, geçmek bilmez.
Dersin sonunu bekleriz, geometride neymiş, hiçbir zaman anlıyamayacağımız aşkın matematiğini anlamaya çalışıyoruzdur.
Doğumu bekleriz, dokuz ay ve dokuz ay gibi gelen son dakikalarda.
Ölümü bekleriz, aslında beklemediğimizi zannettiğimiz şu hayatta.

Aslında hep bekleriz biz hiç bekliyor gibi görünmesekte.

22 Ocak 2010 Cuma

Hayatta göreceli olan şeyler hakkında

Gözle gördüğün elle dokunduğun birçok şey hayatta görecelidir bence. Neredeyse bakış açına göre şekillenir nesneler. Bu sebeple inanmak istedikleri gibi yaşar insanlar.
Güzellik görecelidir mesela, aşağıda olduğu gibi. Bu bayanın omuzuna dokunduğumuzda gördüğümüz ise gerçekliktir.

19 Ocak 2010 Salı

Aykırı düşünceler


En yaratıcı, en başarılı insanı belirleyen, başarısız olmaya olan istekliliğidir.
Başarısızlığa cesaret edin. Hızlıca başarısız olun. Başarısızlıktan öğrenin. Başarısızlık üzerine çalışın. Başarısızlığı anlayın.
En önemlisi başarısızlıktan keyif alın. Hayat kısa. Hiçbir şeyin keyfinizi kaçırıp sizi tutmasına izin vermeyin. – John Winsor

17 Ocak 2010 Pazar

Sıradaki parçayı seçiyorum kendime ve kaos teorisine inanıyorum.

Keşkelerimi kaldırıp bir kenara koydum uzun zaman önce. Hayatta farkına vardığım önemli farkındalıklardan birsidir "hata yoktur" düşüncesi. Sana şimdiki zamanda hata olarak gelen eylemlerin, düşüncelerin, tutumların seni sen yapan değerlerin. Hata olarak kabul ettiğin şeyleri yaptığın için şu an sen sensin. Başka türlü hatalar yapsaydın başka sen konuşurdu şu an. Hata olarak gördüğün bu değerler sana şimdiyi anlatmak için, farkına varabilmen için uğraşmıştır ve bu uğraş canını yakmış da olabilir çoğu zaman.
Hayatı otuzumdan sonra biraz da böyle yaşamak istiyorum.
Hayatın akışını anlamadan sanki bulunduğumuz durumun müsebbibi geçmiş zamanda vermiş olduğun bazı kararlarmış gibi, sanki öyle değil de böyle davransaydım şimdi burda değil de şurda olacakmışım gibi. Çoğunluğun görürcesine inandığı koca bir yalandan ibarettir geçmişle alakalı keşkelerin. Geleceğe dair keşkeler geçmişe dair olanlardan bin kat daha değelidir bana göre. Bana göre hayat "an"dan bulunduğumuz andan ibarettir ve sürekli farkına varılmasına çalışılır. Hiçbir zaman kendinin tam olarak farkedilmesini istemeden yaşatır kendini hayat. Farkına vardığında o çoktan gitmiştir çünkü.  

Her yılbaşı yıl sonudur aynı zamanda.

Yeni yıla girerken planlar yapardım bir yıla yayılmış. Hiçbir plan yapmak istemedim bu yılbaşında. Kendime anlatacaklarımı kendime kabul ettirememekte zorlanmanın bir sonucu gibi geliyor artık yazdıklarım. Sanki östaki borusundan bana tanıdık gelen sesim kağıt üstünde yabancılaşıyorda kendini kabul ettiriyor bir an. Ama ne içimden bana tanıdık gelen ses ne de kağıda düşen kelimeler, güzel olsalar da kalıyorlar orda.
Tüm kararların prim yaptığı bir anda borsa gibidir yılbaşılar. Bir gün önce kararlar alırsın yüksek fiyattan, bir gün sonra geri verirsin düşük değerden.
Hiçbir karar satın almadım bu sene.

16 Ocak 2010 Cumartesi

Bir beyaz kağıt...

Bir beyaz kağıda herşey yazılabilirmiş.
Bir çocuğun kişiliği mesala
Bir hayatın geleceği
Bir hayalin gerçeği
Yada bir gerçeğin hayalide yazılabilir.

Neler yazılmış benliğimize?
Beyaz kalabilmişmi benliğimiz?

14 Ocak 2010 Perşembe

Eşyanın değeri-1 (Tufan Ateş)

".... Allahım bana öyle bir imkan ver ki bu isteklerim bir bir gerçek olsun" diye dua etmiştim küçük bir çocukken.


30 yıl sonra: .... İşte bu deftere 30 yıl boyunca birşeyler yazdım. Başlarda Büyükannem bazı sorular sorardı ve cevabımı defterime yazmamı isterdi. Sonraları yazmaya alıştım ve aklıma ne gelirse karaladım. Şimdi hayal meyal hatırlıyorum bu defteri bulduğum anı. Köydeki evimizde çatı katındaki el yapımı tahta sandıktan çıktı. Ağır naftalin kokuları arasında, metal sacdan yapılmış çatının rüzgar aldığında çıkardığı uğultular eşliğinde, korkarak kurcalamıştım sandığı. O zamanlar karanlıktan korkardım. Şimdi ise insanların karanlık yanlarından. Büyükannemin eski eşyalarını kurcalamak oyun gibi gelirdi bana. Yurtdışından getirdikleri mutfak saati, gençliğinde iplik eğirmek için kullandığı tahtadan yapılma garip alet, öküz boynuzunda yapılmış bir tarak ... ilginç gelirdi. Benim için yeni keşiflerdi her biri. Kimbilir ne anılar işlenmiştir her birine, kimbilir bu eşyaları kullanırken neler düşünmüştü, hangi duyguları döküldü gözyaşlarından. Cihan harbi sırasında bir genci sevmiş, çok sonraları anlattı bana, ona harbden dönderse kendi elleriyle ördüğü çorapları verecekmiş. Anlatırken öyle duygulanırdı ki hep merak ederdim o meşhur çorapları. Ölmeden önce bir kere göstermişti. Özenle yapılmış tahta bir kutunun içine özene bezene yapılarak konmuş bir çift yün çorap. Kutunun hikayesini de anlattı arkasından. Onu da sevdiği o adam meşe ağacından yapmış. Kutunun üstündeki oymalara bakılırsa o gizemli adamın eli tahta işlerine bayağı yatkınmış . Hep derdi; "ilerde, büyüdüğünde köydeki eve gelirsen bulabilirsin bu kutuyu" diye. Benim için saklıyacakmış. Haylaz bir düşünce ama bu kutuyu bulabilmek için tam 15 yıl bekledim. Deli doluluğunun yanında çok kültürlü bir hanımefendiydi Büyükannem. Zamanında Fransa'da eğitim görmüş sonrasında ilginç bir şekilde Basra Körfezi yakınlarında küçük bir kasabaya yerleşmiş, ardından Anadolu'nun en ücra köylerinden birisine bu köye gelmiş ve büyükbabamla evlenmiş. Umarım birdahaki gelişimde bulurum...

10 Ocak 2010 Pazar

Gerçekte rüya, rüyada gerçek



Sabah uyandıktan sonra bir rüya gördüm, tekrar uykuya daldığımdaysa gerçek oldu.


5 Ocak 2010 Salı

Gerçek ve hayal


Picasso ile tanışan bir adam:
“Neden resimlerinizi bu kadar gerçek dışı yapıyorsunuz? ”
Picasso: “Gerçek nedir?”
Adam cüzdanından eşinin fotoğrafını çıkartarak: “İşte bunun gibi”
Picasso: “Gerçekten mi? Çok küçük ve yassı görünüyor”